insan kendini ancak ilişkili olduğu şeyler vasıtasıyla tanır, bu da çağlara ve kültürlere göre değiştiği için insanın doğası yoktur, kişi bir rezonans gibidir...
ke
insan kendini ancak ilişkili olduğu şeyler vasıtasıyla tanır, bu da çağlara ve kültürlere göre değiştiği için insanın doğası yoktur, kişi bir rezonans gibidir...
ke
kuyudan çekeceğin şaraptır, kimbilir
Mideleri çok bulansa da kusamayan bazı insanlar gibi, ölemeden öylece yatmış, hayata direndiği gibi ölüme de direnmiş, yaşadığı sürece ve değişikliğe duyduğu öfke yüzünden donakalmış. Phillip şöyle demişti: "Sonunda taş kesildi denebilir."
-Oruç Hoca'ya-
Bilgi insanı olmak kalıcı bir sonuç olmaktan çok, bir süreçtir.
Yaşamıma ve onun gizli rengine baktığımda içimde gözyaşı titreşimi gibi bir şey oluşuyor.
Hayat dediğimiz bu karman çorman meselede, insanın bütün kâinati koca bir şaka zannettiği acayip zamanlar ve durumlar vardır.
“Tapınağın gölgesinde, müritleri arasında yürüyen öğretmen, bilgeliğinden değil, inancından ve şefkatinden verir. Gerçekten bilgeyse, sizi kendi bilgelik evine girmeye çağırmaz, kendi aklınızın eşiğine götürür.“
"Nihayetinde başladığım yerde yeniden kendimle karşılaşmak için koca bir daire çizerek koşmuştum sanki."
Normalin kesin bir tanımı yoktur. Bu gezegende normalin sekiz milyar farklı hali bulunur.
Hayatımda suların her zaman sakin akmayabileceğini, yaşantımın zorlayıcı günlerinin parlak ve ümit verici olabileceğini, fakat olmayabileceğini de kabul ettim. Bu yüzleşmeden beri, günlerim fırtınalı ya da güneşli de olsa ve gecelerim ihtişamlı ya da yalnız da geçse minnettar olma tutumumu koruyorum. Eğer karamsarlık, düşüncelerimi işgal etmekte ısrarcıysa, her zaman yarının olduğunu hatırlıyorum.
Ve insan olmak değişmek demekti. İnsanlar böyle hayatta kalırlardı, yaparak, bozarak, sonra tekrar yaparak.
Bizi daha mutlu edecek fırsatlar ve mutsuz edecek tehditler üzerimize yağar ya da yanımızdan geçip gider ve yer değiştirirler. Çoğu zaman bütün bunlar öyle hızlı ve seri gerçekleşir ki onları yönetmek ya da yönlendirmek, gidişata yön vermek ya da müdahale etmek için makul ve işe yarar bir şey yapmak gelmez elimizden.
Yatağımda bir yastık daha var, bazen ona sarılarak yatıyorum ve bir kaçamak yapıp onu senmişsin gibi hayal ediyorum.. eskiden iyileşmek için sevdiğin insanla sevişmen gerektiğine inanırdım, sonra sevdiğin insanla sadece konuşmanın, onun sesini duymanın da iyileştirici olabileceğini öğrendim.. şimdiki iyileşme sürecimde sevilenin sadece varolmasının, varlığının da şifa verici olabileceğini öğreniyorum.. cibranla may cibranın ölümüne kadar 19 yıl sadece yazışarak aşk yaşamışlardı.. cibranın bir sözü vardır, yalnızca aşk kafidir aşka.. birbirine aşık olan insanların sevişmesinin uhrevi yönleri var, öyle bir mahremiyet taşıyor ki, ortada yapılsa bile seven insanlardan başka hiç kimsenin nüfuz edemeyeceği, onlara özel mahrem duygulara sahipler ama aşkı hazza indirgemek bence saygısız bir yaklaşım.. bir aşk mabedinin önündedir cibran, donan yarısı hayat yanan yarısı aşktır,
Gülüşün içimi açtı. Beni çarmıhtan indirip yaralarımı sardın. O nasıl sihirli bir bakışsa öyle, bana umut aşıladın. Saf bir bakışın vardı, bulutlar kadar güzel, tüm masumiyetimle sarılmak istedim sana.
ke
Tekbaşınalık varolma zevkiyle başbaşa kalma özgürlüğüdür. Varolmanın milyonlarca yıllık geçmişi vardır, varoluş ise on yıl, yüz yıl, bin, onbin yıldır kafamıza taktığımız şapkadır ve güçlü bir rüzgarla uçabilir.
Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü, beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içindeki giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunmayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var edebilmesinin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesine güç bir iptila ki ihtiyaç karşılanmadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir.
onu bu odaya alsam, interneti kapatsam, sadece iyi müzik, belki biraz iyi sinema.. öğünler, ara öğünler, geceleri aman sabahlar olmasınlar.. kuşluk vakti, sarılmış birbirine sonsuzluklar.. engel var.. sanki biri kulağımdan tutmuş çekiyor.. git başkasının kulağını çek biraz da, bırak artık benim kulağımı..
ke
"Bedene acı çektirmek hiçbir şey değildir. Tek sevap, ruha acı çektirmektir. Demek siz tüm insanları sevdiğinizi düşünüyorsunuz, öyle mi? Siz sevgi nedir, bilmiyorsunuz. Bir grev fonuna iki dolar yolluyor, görevinizi yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Sizi koca budalalar! Hiçbir bağışın değeri yoktur, ancak sizin için de kutsal olan bir şeyi bağışlarsanız değeri vardır. Ruhunuzu verin. Bir yalana mı? Evet, eğer başkaları inanıyorsa! Kandırmacalara mı? Evet, eğer başkalarının buna ihtiyacı varsa. Kalleşliğe, hileye, suça mı? Evet! Kendi gözünüzde en aşağılık, en çirkin olan şeylere. O eşsiz küçük egonuza karşı bir tiksinti hissettiğiniz zaman, ancak o zaman benliğinizi gerçek barış anlamında silebilir, kendi ruhunuzu insanlığın o engin ruhuyla birleştirebilirsiniz. Özel bir egonun o daracık, tıkış tıkış deliği içinde, başkalarını sevmeye yer yoktur. Boşalın ki doldurulabilesiniz. 'Hayatını seven, onu kaybeder; bu dünyadaki hayatından nefret eden, ona ebediyete kadar sahip olur.' Kilisenin 'Afyon Tacirleri' bu konuda bir değere sahipti. Ama o değerin ne olduğunu bilmiyorlardı. Kendini silmek, yok etmek mi? Evet, dostlarım, kesinlikle. Ama insanın kendini silmesi, temiz kalmakla, kendi temizliğiyle iftihar etmeyi sürdürmekle sağlanamaz. Bu fedakârlık, kişinin kendi ruhunu ezip mahvetmesini de kapsar... Ah, neler söylüyorum ben böyle? Bunu anlayıp başaracak olanlar ancak kahramanlar olabilir."
Senden nefret etmiyorum. Seni katı yürekli, kendini beğenmiş, bencil, zararlı buluyorum. Ama mutlu saymadığıma göre, senden nefret etmem olanaksız. Ayrıca küçümseyemem de, alçağın biri olmadığını biliyorum.
Beni kuşatan çok şey var
Kör eden çok şey var
Uygarlık mı? Ağzının suyu akan pürtüklü suratı olan dermansız bunaklık, bizi tiksindirir. Teknolojinin fütürist yüceltisi tüm yaşamın üzerinde geçmişin saltanatının yüceltilmesidir. Ve gelecek sadece bugünün ve geçmişin genişletilmesi olarak var olduğundan beri, yok edilmek zorundadır.
Kendini yalnız bulmaktan korkuyor insan ve böylece kendi kendini bile bulamıyor kesinlikle. Hep yalnızken keşfedilir oysa.
Bugün bir sürü insan, içinde yaşadığımız toplumu reddediyor. Bu insanların sayısı her geçen gün artıyor. Kimileri bunun iyi bir şey olduğunu düşünebilir, ama bence bu, giderek büyüyen çevre krizine bir çözüm değil. Uygar toplumdan el etek çeken bu insanlar, medeniyet dediğimiz bu ölesiye yarışa katılanlardan bir gömlek yukarda olabilirler, ama çoğu, hepimizi öldürmekte olan bu makineyi parçalamak için hiçbir şey yapmıyor.
Öyle bir duygu var ki içinde, salt yaşıyor olması kendi yolunu tıkıyor. Ama yine bu engellemeden, yaşamakta olduğu kanıtını çıkarıyor.
"Senin bir ruhun var ve onu kurtarmak lazım diyen kalmadı artık.
Kırmızı Mor Kara Sevda Çiçeği
0 Bir Ki Üç
Lanet, ruhun kendisi hakkında beslediği o yüksek fikre,
Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. İçl...